27.06.2013

Hayatımın en zor işi; annelik

Martı dergisinin yeni sayısı çıktı! Haziran-Temmuz sayısındaki yazımı aşağıda okuyabildiğin gibi bu linkten elektronik haline tüm resimlerle ulaşıp derginin tamamını da okuyabilirsin. Tavsiye ederim!

Evde olup çocuklarına bakan kadınlar için hep ne kadar rahat olduklarını düşünmüştüm. İkinci oğlumla hamile kalınca artık çalışmayıp o “rahat” işi tercih ettiğimde 40 yaşındaydım. O güne kadar okumuşum, çalışmışım, artık evde takılıp rahat olayım demiştim. Ne kadar da yanılmışım! Boşu boşuna demezler ki, bilmeden, yaşamadan konuşmamak lazım! Luka ve Leon henüz 3 ve 4 yaşında ama şimdiden diyebilirim ki, meğersem çocuk büyütmek bugüne dek yaptığım en zor işmiş…

Hamilelik, doğum zorlukları, bebeklik dönemini geçiyorum. Bunlar yorucu, ama genelde fiziksel zorluklarla sınırlılar. Çocuklar yürümeye, konuşmaya başlayınca iş başka boyutlara taşınıyor. Gün boyunca gürültü ve hareketliliğe dayanmak bence yeterince kadar zor; en azından benim yaşımda biri için. Bunun yanı sıra, “multitalent”, yani çoklu yetenek olmak hiç de kolay değil. Sorunlar çözmek, her an her şeye ayak uydurabilmek, her türlü dilden anlamak, bunlar full time annenin kesinlikle aranan özelliklerden sadece birkaç tanesidir. Event manager, öğretmen, eğitmen, sporcu, aşçı, doktor, okutman, psikolog, pedagog, dedektif, birçok meslek tek bir kişide barındırıyor bir anne. O reklamlara hep gülümsemişim. Hani onaylarken hafif alaycı olan o gülümseyiş. Hakikaten, full time bir anne çoklu yetenek olmak zorunda.

Full time anne olarak hayat ne kadar yorucu olsa da o kadar da eğlencelidir ama. Tabi ki eğer sinirlenmemeyi başarabiliyorsak. Ki bu da bazen hiç de kolay değil. Çünkü günün sonunda biz anneler  de sadece insanız ve sinirlenir, bağırır, ağlar, yoruluruz. Sinirlerimizi aldıramaz mıyız acaba? İşte sizlere iki erkek çocuğun full time annesinin bir gününden örnekler…

Sabahleyin gözlerimizi açar açmaz başlıyor. Gün boyunca da devam ediyor. Ne? Gürültü! Her gün değil tabi ki, ama yeterince kadar sık. Bir şeyi isteyen bağırıyor, istemeyen de. Şarkı söyleyen bağırıyor, sesini duyurmaya çalışan da. Kavga ederken çocuklar bunu tabi ki oldukça sesli bir şekilde yapıyorlar. Bir bakıyorum, barışmışlar arabalarıyla birlikte oyun oynuyorlar. Bağıra bağıra! “Arabalarınız daha alçak sesle konuşamaz mı?” diye sorduğumda ağız birliği var: “Hayır!”

"Lukaaa, hadi kaos yapalım!" diye duyduğumda tüylerim ürperiyor... Çünkü ardından öyle bir gürültü fırtınası kopuyor ki, kaç oyuncak kırıldı acaba merak ettirecek tarzdan. Zando kedilerle birlikte üst katta fırlarken Thea, Mina ve Yuki koltukların altına kaçıyor. Sevinç çığlıklarının eşliğindeki koşuşturmaların arasında kendini buluveren ben, mobilyaları kurtarma derdine giriyorum. Üçlü koltuklar, bank, sandalyeler ve yemek masası yerlerini değiştirmeden önce bu iki minik ama oldukça etkili yıkıcı güce, kendilerini daha fazla kaptırmadan uyarıda bulunmalıyım! "Oyuncaklarınıza ne yaparsanız yapın ama mobilyalara dokunmak yok!"  "Tamaaaam! Biz sonra toplaaarııız!" Bu cümleyi ilk duyuşumda tabi ki her küçük çocuk annesi gibi "buna kim inanır" dedim. Ancak, yüzlerce kere iki feci seçenek arasında kaldıktan sonra -ya kavga ederek çocuklara eşyaları toplatmak ya da kendimiz bu işi yapmamız- öyle bir yöntem geliştirdik ki, çocuklar topluyor. Akşam "toplayın" dedikten sonra ortalığı kalabalıklaştıran o oyuncakları biz toplamak zorunda kalırsak bir sonraki pazar gününe kadar el koyuyoruz. O gün bu gün, toplayacaklarından artık hiç şüphemiz yok...

Çocuk olan yerde gürültü de olur dersiniz. Evet, halısınız! Ama hiç kesilmeden mi olacaktı? Dört yaşındaki oğlum Leon birkaç aydır konuşuyor da konuşuyor. Nefes almadan! Bir şeyler anlatıyor ya da soruyor. “Mama, biliyor musun…”, “Mama, …, evet mi?” Sabah 7’de gözlerimizi açtığımızdan beri akşama kadar devam eden bir soru bombardımanı… Bazen öyle boyutlara geliyor ki kahvaltıda konuşmaktan ağzına bir şey koyamıyor.

Sinirsel yapımızın esnekliğini denetleyip zorlayan sadece kesintisiz gürültü değil. Akıllarına gelen müthiş fikirler de var! Bin yıl düşünsek bulmazdık herhalde. Ama çocuklar buluyor, üstelik buldukları aslında çok da mantıklı şeyler…

Örneğin, bir gün tuvaletin etrafında pipi izleri fark ediyorum. Çocuklara çok tembih ediyorum, çişini yaparken kesinlikle oturmaları gerektiğini. Ama malum, küçük çocuk ne kadar dinler ki. Üstelik o kadar güzel bir oyuncağı sürekli yanında taşırken, değil mi? Sonra aklıma dank etti! Bunlar büyük oğlumun keşifçi hareketleridir! Ne oturması! Bir sağa, bir sola gezdiriyormuş pipisini çişini yaparken. Kim bilir neleri tutturmaya çalışıyor banyodayken…  Aklımda korkunç senaryolar belirdi: Ya ileride yer karolarının arasındaki ders dolgularını takip etmeye çalışırsa? Ya uzaktan tutturabilir miyim diye denemeler yaparsa?

Hele sustuklarında aslında hemen şüphelenmemiz gerekir. Ama o sessizlik var ya, onun tadını çıkartmak ister insan. Bir gün o güzel kadar da nadir olan sessizlik varken “Sakın oraya bakma, biz Luka'yla oyun yapıyoruz” diyor Leon terastan tuvalete koşarken. O ana kadar onları aslında hiç merak etmemiştim…  Ama böyle bir cümle tabi ki ister istemez ilgimi çekiyor. “Neler yapıyorlar acaba” diye düşünürken bakmam belki daha doğru olduğundan da şüphelenmeye başlıyorum. “Olay sırasında” üst katta çamaşır asıyordum. Yani ispiyonculuk için mükemmel bir konumdayım. Balkondan aşağıya terasa baktığımda saksılara yerleştirdiğim taşların bir yere yığılmış olduğunu görüyorum. İş bu kadarsa sorun yok diyordum kendi kendime. Ardından resim çekmek için yanlarına gidiyorum. Beni terasta gören Leon basılmış gibi yerinden kıpırdamıyor. “Ama bakmayacaktıııın” diyor o tuhaf gülümsemesiyle. İşte o gülümseyişle oğlum kendini ele veriyor! Çünkü sadece suçüstü yakalandığında öyle gülümsüyor. Peki, ama benim görmemem gereken şey ne? Ben bir şey fark edemiyorum ki... Onun için Leon'a sormaya karar veriyorum. Kızamayacağımı biliyorum, bu doğru olmaz çünkü. Cevabı neyse kabul edeceğim, bir şey demeyeceğim. Meraktan çatlıyorum...


Leon’un bana verdiği cevabı hiç beklemiyordum. “Taşları pipimize koyuyoruz” diye anlatıyor ve bana gülümserken eşofmanın önüne çekip içine kocaman bir taş atıyor. Ben afallamış vaziyette dururken Luka pantolonunu ve ardından bezini çıkartıyor. Pipisine taş tutuyor… Kendimi içeriye atıyorum, yoksa çocukların önünde kahkahalara boğulacağım. İki erkek çocuk akıllı bir iş yapmaz ya... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder